https://img.webme.com/pic/s/success4you/laserdown.gif
   
  Her Şey Burada Mehmet KURUK
  İbni Sinan Hayatı
 
HTML KOD

İBN-İ SİNA’nın HAYATI ve ÇALIŞMALARI Ailesi Belhten gelerek Buharaya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşandayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerimi ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedanda öldüğü zaman 150den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler. İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphanesinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâdan ayrılarak Harzeme gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzemde barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedana kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi. İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapçadır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapçaya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir. Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupada İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır. Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir. Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır. İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü. İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratı
-1-



İBNİ SİNA (980-1037) Ünlü Türk filozofu İbni Sina (Ebu Ali el-Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina) Farabi'nin ölümünden otuz yıl sonra , Ağustos 980 tarihinde bugünkü Özbekistan sınırları içerisindeki Buhara şehrinin Afşane köyünde dünyaya gelmiştir ve bütün Ortaçağ Avrupa'sında felsefenin temel taşlarından birisi olarak kabul edilip “Avicenna” ismi ile ün kazanmıştır. HAYATI Çocukluk ve Gençlik On yaşındayken o devrin klasik eğitimini bitirip (Kur'an ve edebiyat) , geometri , fıkıh (İslam hukuku) , Grek felsefesi ve mantık öğrenir. Hocalarını geride bıraktığından kendi başına teoloji , fizik , matematik ve özellikle tıp çalışır. Onaltı yaşında ünlü olan İbni Sina , idaresi altında hekimler çalıştırmaya başlar. Bir buçuk sene süresince kendini tamamen felsefeye adar ve bu süre içerisinde kendi ifadesi ile kırk kez okuyup anlamadığı Aristo “Metafiziğini” tesadüfen eline geçirdiği Farabi'nin yorumu ile anlar. Kütüphaneye Kabul Onsekiz yaşındaki İbni Sina bilinen bütün ilimlere vakıftır. Bu sırada Buhara sultanının yanına çağırılarak onun çare bulunamayan hastalığını tedavi eder. Bu başarısı hayatının dönüm noktası olur çünkü emrine amade edilen sultanın değerli kütüphanesi , kendisine bilgilerini genişletme fırsatı verecektir. Yırmiiki yaşında İbni Sina , sultanların politik kararlarını vermeden önce danıştıkları bir kişi olmuştur. Seyahatler Saltanatın son günlerinde Buhara'dan ayrılan İbni Sina , Horasan ve Harizm illerini dolaşır ve kendisini takdir edip ağarlayacak bir saray çevresi arar. 1012 senesinde geldiği Cürcan'da , ölümüne kadar yanından ayrılmayacak olan talebesi Ebu Ubeyd el-Cüzcani ile karşılaşır ve Şirazi ile yakın dostluklar kurar. İbni Sina burada pek çok risale (küçük , kısa kitap) ve eser verir. ( El-Kanun'un başlangıcı , El-Mecesti özeti ) Bu dönemde kendi halini dile getiren kasidesinin (1) bir beyiti şöyledir. Galiba yok bana dar gelmeyecek bir belde , Değerim çok , alacak müşteri bilmem nerede? Politika Hemedan emrinin veziri olan İbni Sina, hekim, bakan ve filozof olarak dolu ve hareketli bir hayat sürdürmeye başlar. Devlet işleri ile meşgul olduğundan geceleri ve hatta at üzerindeyken yazmaya devam etmektedir. Uğradığı siyasi iftiralar , görevinden alınıp , Ferdecan kalesine kapatılmasına sebep olur. Bu olay , hapsedildiği dört ay süresince üç eser yazmasına engelleyemez. ( Hay Ibn Yakzan Risalesi , Kulunç Kitabı ve el Hidayat ) İsfahan Hapisten çıkarılan İbni Sina , Hemedan'a dönmüştür fakat kendisini kıskananlar tarafından gözlenir ve gizlice İsfahan'a kaçar. İsfahan'da kendini özellikle ilmi çalışmalara verir. Bir çok eser kaleme alır. Sağlığı giderek bozulan İbni Sina 1037 ‘ de Hemedan'a döndüğünde elliyedi yaşında iken Kulunç hastalığından ölür. ESERLERİ İbni Sina hemen her ilim dalında eserler yazmış ve özellikle filozof dalında ün kazanmıştır. Onyedisi sadece tıbba ait olan yüzaltmış küsur eseri vardır. Başlıca eserler : El-Şifa El-Kanun fi't-Tıp ( Tıp Kanunu ) El-İşaret ve't-Tenbihat El-Necat “Metafizik” ve “Kitab el-Nefs” adlı eserleri Latinceye en önce çevrilenleridir. Ortaçağda “Suffcientia” şeklini alan “”El-Şifa” onaltı sahifeden sadece onikisinin çevrildiği, içine mantığı , tabbi bilimler, psikolojiyi , fiziği ve metafiziği alan onsekiz bölümlük , geniş kapsamlı büyük bir eserdir. Meşşai felsefesinin en iyi eseri olan bu eseri İbni Sina Hamedan'da kaldığı sırada yirmi günde yazmıştır. Daha sonra bu eserin bir özeti niteliğindeki üç bölümlük “El-Necatı'ı” yazar El işarat vet–Tenbihat , El Necat üzerinde düzeltmeler ve değiştirmeler yapmak üzere yazdığı eseridir. “El-Kanun Fit't-Tıbb” adlı eserinin bir kısmını Cürcan ve Rey'de yazmıştır ve esri Hamedan'da tamamlamıştır. Ondört bölümdür. Açıklama ve deneye dayanmıştır. İbni Sina hemen her ilim dalında eserler yazmış ve özellikle filozof olarak ün kazanmıştır. Ortaçağda latinceye çevrilen eserleri “Avicennism” denilen etkiler yaratmıştır. FELSEFESİ İslam felsefesinin iki büyük okulu ; meşaiyye ve işrakkiye okullarıdır. Meşailik : Platon-Aristotales uzlaştırılması , İşrakilik ; Platon– Tasavvuf uzlaştırılmasıdır. Deneycilikle akılcılığı bağdaştıran İbni Sina bu bağdaştırmasında doğabilimsel islam felsefesinin kurucusu Razi ile Farabi'den yararlanır. Meşailikten işrakiliğe geçmiş bir düşünür olmasıyla da islam felsefesinde önemli bir rol oynamaktadır. İbni Sina felsefesi üçe ayrılır. • Yüksek bilimler ( Al-ilm-ül-ali) Maddesinden tümüyle ayrışmış biçimlerin bilimiki bunlar : metafizik ve mantıktır. • Aşağı bilimler ( Al- ilm-ül-efsel ) Maddesine bağlı biçimlerin bilimiki bunlar tabiat bilimleridir. • Orta bilimler ( Al-ilm-ül-avsat ) Maddesinden ancak zihinde ayrılan bilimler ki bunlar matematik bilimleridir. İbni Sina matematikten mantığa ve oradanda metafiziğe geçer Aristo gibi felsefeyi ikiye ayırır ; • Nazari Hikmet ( Kuramsal felsefe ) • Amali Hikmet ( Eylemsel Felsefe) Birincisinde tabiat felsefesi , matematik felsefe ve metafizik vardır. Eylemle değil , bilmekle ilgilidir. İkincisi hem eyleme hem de bilgiye aittir. Medeni hikmet veya siyaset , ev hikmeti veya ekonomi ( El- hikmet ül-menziliye), ahlaki hikmet ( El-hikmet ül-hulkiye ) Mantık Mantık, İbni Sina'ya göre ister felsefe içinde , ister ondan bağımsız görülsün bir alet'tir. Mantığın hedefi insanı yanlıştan koruyan belirtileri vermektir.(İşaret) İbni Sina mantığı psikolojiden çıkarıp düşünce kanunlarını psikoloji üzerine kurmuştur. Önermeler ve kurucusunun Aristo olduğu tasım öğretisi ( tümdengelim yolulla sonuç çıkarma ) hakkındaki çözümlemeleri İslam Ortaçağında klasik olmuş ve sonraki bütün mantıkçılar ona dayandıkları gibi Kelamcılar da (2) Allah'ın ispatına dair eserlerinde ondan faydalanmıştır. Bilgi Teorisi İbni Sina, tüm bilgilerimizin sezgiyle elde edilen açık ilkelerden çıkarsama ( Ar. Alistintaç ) yoluyla oluşturduğu kanısındadır. Bilgi sürecinin duyum ve algıyla oluştuğunu kabul etmekle beraber gerçek bilginin ussal olduğunu ileri sürer. Empirisme'i mantiki rationalisme in içinde açıklamaktadır. İbni Sina ya göre varlık ve düşünce aynıdır. Düşünce dışında varlık olamaz bu ilke varlıkla metafiziği birbirine bağlamakta ve mantıkta metafiziği çıkarma yolunu temellendirmektedir. Tabiat ilimleri İbni Sina'ya göre tabiat ilimleri metafiziğin başıdır. Tabiat ilimleri sıralamasında asıl fizikten ( Kitabul kiyan ) başlar , çeşitli tabiat basamaklarından insana kadar yükselir. Bütün cisimlerin ibaret olduğu madde ve şekil , İbni Sina'ya göre hem mantık , hem fizik , hem metafiziği ilgilendirir. Psikoloji İbni Sina'nın psikolojisi bir yandan fiziğe , öte yandan metafiziğe bağlıdır. Bitki nefsi (3) maddeye kadar iner insan nefsi de faal akılla Allah'a kadar yükselir. Böylece İbni Sina felsefesinde Psikoloji ikiye ayrılır. • Deneysel ve ya empirik psikolojisi • Rasyonel ve ya içe bakış psikolojisi Ruhun Tanımı İbni Sina'ya göre ruh manevi bir cevherdir (4) ruhun bedenden ayrı manevi bir cevher olduğunu kanıtlamak için insanı tair (l'homme volant , uçan insan) diye bilinen bir temsil kullanmıştır bu temsil bütün batı orta çağında yayılmış Bonaventura , Albertus Magnus tarafından sonradan kullanılmıştır. İbni Sina'ya göre nefs birleşiceği bedeni almadan önce ferdi varlığı yoktur . Metafizik Aristo gibi İbni Sina da metafiziği varlık olması bakımından varlık olma ilmi diye tanımlıyor. İbni Sina üç katlı alem görüşünde tanrıcı felsefe (theisme) ile tabiatçı felsefeyi (naturalisme) birleştirir. Bu teorisi ile Augustin felsefesi arasında büyük benzerlik vardır. Mistik Felsefe veya Tasavvuf İbni Sina'nın insanın tanrısal alemle ilişki kurabilesi için öngördüğü yol bir çeşit manevi sezgidir. Bu yolu “Hay İbn Yakzan” ve “Kitab üt-tayr-Kuş kitabı” gibi eserlerinde açıklamıştır. İbni Sina'ya göre Allah bütün varlıktır, sırf iyiliktir. Gerçek varoluş yalnız Allah'a mahsustur. Evrenin yalnız geçici bir varoluşu vardır. Ahlak İnbi Sina eserlerinin her birinde ahlaka felsefi açıdan yaklaşarak onu bölümlere ayırmıştır. İbni Sina^ya göre üç türlü kötülük vardır; • Fiziki kötülük ki İbni Sina buna kötülük der. • Psikolojik kötülük; keder , elem şeklinde görülür. • Metafizik kötülük ki İbni Sina “günah” olarak adlandırır. Filozofa göre iyilik , yetkinlik ve mutluluk fikrinin doğması için kötülüğün olması gereklidir. Mutluluk ise ruhun temizlendiği ve Faal Akla(5) yöneldiği eylemdir. Böylece mutluluğa yönelen insan , filozofun “ruhun temizlenmesi” dediği bir çeşit tasavvufi yükselmeyi uygulayacaktır. Din Felsefesi İbni Sina bu konuda Farabi'yi ve ansiklopedicileri tamamlar fakat dinle felsefeyi uzlaştırmada dine yakındır. İnancın aklı tamamladığını kabul eder , peygamberlere filozoflardan üstün değer verir ve şeriatın ; • Siyasi • Psikolojik ve ahlaki olmak üzere iki rolü olduğunu söyler. İBNİ SİNA OKULU İbni Sina , İslam felsefesi içerisinde başlıbaşına bir okul olarak kabul edilebilir. Filozofa en yakın öğrencisi Behmenyar'dır. “Felsefi Konuşmalar” adlı kitabı Behmenyar ve başka bir öğrencisi olan İbn Zeyle'nin sorduklarına verdiği cevaplardan ibarettir. Ebu Abdullah Masumi ise en sevdiği öğrencisi diye tanınmaktadır. İbni Sina'nın ölümüne kadar yanından ayrılmayan öğrencisi El-Cüzcani de filozofun hayatını kaleme almıştır. Meymun Bin Necip Al-Vasifi, tanınmış astronom ve şair Ömer Hayyam , Ömer Hayyam'ın öğrencisi Ebu'l Maali , Behmenyar'ın öğrencisi Ebu'l Abbas Zevkeri, geometri, mantık ve felsefeyle uğraşan Abdürrezzak Et-Türki de İbni Sina okulundan sayılırlar. İBNİ SİNA FELSEFESİNİN ORTAÇAĞ AVRUPASINDA ETKİLERİ İbni Sina'nın eserleri onikinci yüzyılda latinceye cevriltmiştir. Bu eserlerinden biri olan “Metafizik”, Aristo'nun Metafiziğinden yarım asır önce tanınmış , Aristo'nun Metafiziğinin son iki kitabı çok daha sonra, hatta “Şifa'nın” tercümesinden bir asır sonra Batı'ya ulaşmıştır. İbni Sina'nın özellikle Toledo'da tercümeleri yapılan eserleri daha sonra , Batı Üniversitelerinin temel ders kitapları haline gelmiş ve uzun süre okutulmuştur. İbni Sina Ortaçağ batılı düşünürlerinin rahatça başvurdukları bir kaynak olduğu gibi düşüncelerinin üstadlarından biridir. Filofofun Avrupa'ya ilk etkisi , yaklaşık bir asır kadar sürmüş olan ilk tyercümeler çağından 1230'a doğru , Paris Psikoposu Auvergne'li Guillaume'un Aristo ve takipçilerine (Farabi-Alpharabius, Gazzali-Algaxel ve İbni Sina-Avicenna) karşı açtığı kampanyaya kadar sürer. İkinci etkisi, Aristo incelemelerine ve yorumlamalarına izin veren 1231 psikoposluk kararnamesinden Albertus Magnus'un derleme eserlerine kadar olan dönemdir(1260). Üçüncü etkisi ise İbni Sina'nın Saint Thomas'ın sentezinde belirgin bir yer aldığı dönemdir. Avrupa'da İbni Sina felsefesinin doruğu , Latin skolastiğinin doruğa ulaştığı dönemdir(XIII.yy.). Batı düşüncesine etkisinde “Bilgi Teorisiyle” kronolojik olarak ilk sırayı alır. Bunu “Varlık Doktrini” ve “Fertleşme teorisi” izler. İbni Sina “Bilgi Teorisiyle” St.Augustin'in bir tür gelişmesini sunarak , Fransisken ekolüde derin etkiler bırakır. Auvergne'li Guillaume, Robert Grosseteste, Hales'li Alexandra, Jean De La Rochelle ve Saint Bonaventura bu etkileri görebileceğimiz düşünürlerdir. “Varlık Doktrini” ile Albertus Magnus ve St. Thomas üzerinde etkili olmuştur. Fertleşme teorisi de Robert Grosseteste , Albertus Magnus ve Bacon'ı etkilemiştir. İbni Sina Ortaçağ batılı düşünürlerinin rahatça başvurduğu bir kaynak olduğu gibi düşüncelerinin üstadlarından biridir. St. Jean Damascene'den sonra Batı'nın inanıp güvendiği çok yüksek otoriteden biridir. SONUÇ Ortaçağ Türk İslam Felsefesinin ulaştığı yüksektepelerden biri olan İbni Sina , ünlü bir tıp bilgini olmasının yanısıra , dopdolu ve mücadeleli geçen yaşamı boyunca hayatın iksirini aramış , ardında zamanın bütün ilimlerini kapsayan bir kütüphane dolusu değerli eser bırakmış bir filozoftur. İlme ve Türk İslam dünyasına böylesi katkılarda bulunmuş filozofumuz , yirmibirinci yüzyıla adım atmakta olduğumuz şu günlerde , bir hastaneye isim vermiş olmasıyla tanınmaktan çok daha fazlasını hak etmiştir. Hepimize düşen, milli kültür ve değerlerimizi tanıtmak ve insanımızın bu engin bilgi haznesinden yararlanmasını sağlamaktır. Yeni Yüksektepe Kültür Derneği İbni Sina kütüphanesi , geçmişi koruyup , geleceği kurtarmak amacıyla İbni Sina gibi yüksektepelerin önderliğinde yeni insana hizmet etmektir. Ferim ÇIKGEL Yararlanılan Kaynaklar : - Doç.Dr.Mehmet N. Balay,”İbni Sina”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. Ankara 1988 - Hilmi Ziya Ülken,”İslam Felsefesi”, Ülken Yay. İstanbul 1983 -“Uluslatrarası İBN TÜRK, HAREZMİ, FARABİ ve İBNİ SİNA SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ”, Ankara 9-12 Eylül 1985, Ank.Kültür Merkezi Yay. Sayı 42. - Felsefe Arşivi, Sayı:22-23, Edebiyat Fakültesi Matbaası İstanbul 1981 - Doç.Dr. M. Naci Balay,”FARABİ ve İBNİ SİNA'DA KAVRAM ANLAYIŞI”, M.E.B. Yay. İstanbul 1989. - Orhan Hançerlioğlu, Felsefe sözlüğü, Remzi Kitabevi Yay. İstanbul 1982 - Prof.Dr. A.M. GOICHON, İBNİ SİNA FELSEFESİ ve ORTAÇAĞ AVRUPASINDAKİ ETKİLERİ, Doğuş Yayın ve Dağıtım A.Ş. İstanbul 1986, Tercüme: Y.Doç.Dr.İsmail Yakıt (1) Kaside : Onbeş beyitten aşağı olmayan ve çoğu kez büyükleri övmek için yazılan koşuk. (2) Kelamcılar : İslam tanrıbilimcileri (Os. Mütekellimin, Fr. Mutaklimins) (3) Nefs : Ruh, can, hayat. (4) Cevher : Değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik. Kendi varlığı dışında bir varlığa gereksinim duymayan. (5) Faal Akıl : Bütün alemin ruhu ve bedeni . On yaşındayken o devrin klasik eğitimini bitirip (Kur'an ve edebiyat) , geometri , fıkıh (İslam hukuku) , Grek felsefesi ve mantık öğrenir. Hocalarını geride bıraktığından kendi başına teoloji , fizik , matematik ve özellikle tıp çalışır.
-2-


Ibn-i Sina (980-1037) Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ... Büyük Türk bilginidir. Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler. İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. Kafası öylesine doluydu ki, uyanık iken çözemediği bir takım meseleleri uykusunda çözer ve uyandığı zaman cevaplandırılmış bulurdu.Bir keresinde, Aristo metafiziğini inceliyordu. Defalarca okuduğu halde bir türlü esasını kavrayamamıştı. Buhara çarşısında gezerken sergide bir kitap gördü. Mezat tellâlı, bunu satın almasını, bu sayede birçok meseleyi kolayca halledebileceğini söyledi. Bir mezat tellâlının bildiği kitabı bilememek, İbni Sînâ'ya çok güç geldi. Onun okuma huyunu herkes öğrendiği için, bilhassa kitap satıcıları kendisini tanıyorlardı. İbni Sînâ, kendisine tavsiye edilen Fârabî'nin Aristo'ya ait şerhini satın aldı. Bir defa okumakla, o çözemediği noktaların büyük bir açıklığa kavuştuğunu gördü: “Şükür sana Yârabbi!” diye secdeye kapandı ve Fârabî'nin yolunda fukaralara sadaka dağıttı. Oysa, İbni Sinâ doğduğu zaman Fârabî otuz yaşındaydı ve bu olay geçtiği sırada da hayattaydı. Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphenisinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi. İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir. Kendisinden sonra yetişen Gazâli, Fârabî'yi' ondan öğrenmiştir. Düşünce ve anlayış bakımından İbn-i Sina, Farabî ile İmam Gazâlî arasında bir köprü vazifesi görür. Yunan felsefesini İslâm ilmi olan Kelâm ile, yâni Tanrı bilgisiyle bağdaştırmaya uğraşmıştır. Eğer o gelmeseydi, Farabî'nin kurduğu temel Gazâli'nin yorumuyla gelişemeyecek, arada büyük bir boşluk hasıl olacaktı. Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır. Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği, Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelâm meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir. Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İnsan bilgisinin Tanrıyı ve kâinatı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder. İnsandan bağımsız bir ruhun varoluşu, İbni Sînâ'ya göre Tanrıdan yansıyan bir delildir. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir. Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır. İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü. İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz. İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır. Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir. İbni-Sina ve Felsefe İslam filozofu. Aristotelesçi felsefe anlayışını İslam düşüncesine göre yorumlayarak, yaymaya çalışmış, görgücü-usçu bir yöntemin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Buhara yakınlarında Hormisen'de doğdu, 21 Haziran 1037'de Hemedan'da öldü. Gerçek adı Ebu'l-Ali el-Hüseyin b. Abdullah İbn Sina'dır. Babası, Belh'ten göçerek Buhara'ya yerleşmiş, Samanoğulları hükümdarlarından II. Nuh döneminde sarayla ilişki kurmuş, yüksek görevler almış olan Abdullah adlı birisidir. İbn Sina, önce babasından, sonra çağın önde gelen bilginlerinden Natilî ve İsmail Zahid'den mantık, matematik, gökbilim öğrenimi gördü. Bir süre tıpla ilgilendi, özellikle, hastalıkların ortaya çıkış ve yayılış nedenlerini araştırdı, sağıltımla uğraştı. Bu alandaki başarısı nedeniyle, II. Nuh'un özel hekimi olarak görevlendirildi, onu sağlığa kavuşturunca, dönemin önde gelen tıp bilginlerinden biri olarak önem kazandı. İbn Sina'nın felsefeye karşı ilgisi deney bilimleriyle başlamış, Aristoteles ve Yeni-Platoncu görüşleri incelemekle gelişmiştir. İslam ve Yunan filozoflarının görüşlerini yorumlayan ve eleştiren İbn Sina'nın ele aldığı sorunlar genellikle, Aristoteles ve Farabi'nin düşünceleriyle bağımlıdır. Bunlar da, bilgi, mantık, evren (fizik), ruhbilim, metafizik, ahlak, tanrıbilim ve bilimlerin sınıflandırılmasıdır. Belli bir düşünce dizgesine göre yapılan bu düzenlemede her sorun bağımsız olarak ele alınıp çözümüne çalışılır. Bilgi sezgi ile kazanılan kesin ilkelere göre sonuçlama yoluyla sağlanır. Bu nedenle, bilginin gerçek kaynağı sezgidir. Bilginin oluşmasında deneyin de etkisi vardır, ancak bu etki usun genel geçerlik taşıyan kurallarına uygundur. Ona göre "bütün bilgi türleri usa uygun biçimlerden oluşur." Bilginin kesinliği ve doğruluğu usun genel kurallarıyla olan uygunluğuna bağlıdır. Us kuralları, insanın anlığında doğuştan bulunan, değişmez ve genel geçerlik taşıyan ilkelerdir. Sonradan, duyularla kazanılan bilgi için de bu kurallara uygunluk geçerlidir. Deney verileri us ilkelerine göre, yeni bir işlemden geçirilerek biçimlenir, onların bundan öte bir önem ve anlamı yoktur. Çelişmezlik, özdeşlik ve öteki varlık ilkeleri, usta bulunur, deneyden gelmez. İbn Sina'ya göre varlık, tasarlamakla bağlantılıdır. Bütün düşünülenler vardır ve var olanlar tasarlanabilen düşünülür biçimlerdir (makuller). Bu nedenle, düşünmekle var olmak özdeştir. Atomcu görüşün ileri sürdüğü nitelikte bir boşluk yoktur. Uzay ise, bir nesnenin kapladığı yerin iç yüzüdür. Varlık kavramı altında toplanan bütün nesnelerin değişmeyen, sınır ve niteliklerini koruyan belli bir yeri vardır. Devinme, bir nesnenin uzayda eyleme geçişidir. Mantık insanı gerçeklere ulaştırmaz, yalnız birtakım yanılmalardan korur. Düşünme yetisi gerçeği kavramak için mantıktan geçici bir araç olarak yararlanır. Düşünme eyleminin sağlıklı olması için mantık, ilkeler ve kurallar koyabilir, anlıkta bulunan ve bilinen bilgilerden yola çıkarak, bilinmeyenleri saptama olanağı sağlar. Bu özelliği nedeniyle, mantık, düşünmenin genel kurallarını bulan, düzenleyen, bu kurallar arasındaki gerekli bağlantıyı ve birliği kuran bir bilimdir. Mantık kuralları, genel geçerlik taşıyan ve değişmeyen kesin kurallardır. Mantığın kavramlar ve yargılar olmak üzere iki alanı vardır. Her bilimsel bilgi ya kavram ya da yargılara dayanır. Kavram, ilk bilgidir ve terim ya da terim yerine geçen bir nesneyle kazanılır. Yargı ise, tasımla kazanılır. Mantığın konusu incelenirken, tanım temel alınmalıdır. Tanımlar birbirlerine bağlandıklarında, kanıt ve çıkarıma varılır. Kavram, önce tekil bir algıdır (sezgi). Yargı ise, iki tekil terim arasındaki ilişkidir. Kavramlar, açık ve kapalı belirleme olarak ikiye ayrılır. Varlığın, töz, nicelik, nitelik, ilişki, yer, zaman, durum, iyelik, etki, edilgi gibi on kategorisi vardır. İbn Sina mantığında en önemli yeri tanım tutar. Bir kavramı tanımlamak için, bu kavramın bireylerinden biri göz önüne alınmalıdır. Tikelin belirlenmesi tümelden kolaydır. Eksiksiz bir tanım yakın cins ile yapılmalıdır. En yetkin tanımsa, kavramın yakın cinsi ile türsel ayrımdan oluşur. Tanım ikiye ayrılır; Gerçek tanım ve sözcük tanımları. Önermeler, yüklemli ve koşullu olabilirler. Yüklemli önerme, bir düşünce ötekine yüklendiği zaman ya onaylanır ya da yadsınır. Koşullu önermeler, bir ötekinin koşulu ya da sonucu olarak bağlanan terimlerde görülür. Önermeler varsayımlı, nitelik ve nicelikleri bakımından, tekil, belirsiz ve belirli olur. Tasım, bitişik ve ayrık olmak üzere ikiye ayrılır. Bitişik tasımların öncüleri anlam bakımından, sonuç önermesini içerir. Ayrık tasımlarda ise sonuç önermesi öncüllerde bulunabilir. Tümeller, bütün varlık türlerinin oluşumundan önce, Tanrı düşüncesinde, birer tanrısal kavram olarak vardır. Varlıkların oluş nedeni ve onlara biçim kazandıran tümellerdir. Tümeller Tanrı'da ussal olarak bulunan, nesnelerde ve bireylerde içkin olan, öteki de nesnelerin dışında ve anlıkla birlikte olan mantıksal tümel diye üçe ayrılır. Birinci türe giren tümel, metafiziği ilgilendirir. İbn Sina fiziği, metafiziğe giriş olarak düşünür. Fiziğin konusu madde ve biçimden oluşan nesnelerdir. Biçim, maddeden önce yaratılmıştır. Maddeye bir töz özelliği kazandıran biçimdir. Maddeden sonra ilinek gelir. Biçimler maddeye, ilinekler ise, töze katılır. Doğal nesneler kendi öz ve nitelikleriyle bilinir. Bütün nitelikler de birinci nitelikler ve ikinci nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci nitelikler nesnelere bağlıdır, ikinciler ise, nesnelerden ayrı olarak varlığını sürdürür. İbn Sina'ya göre, nesnel evrende bulunan güç ve devinimin temelini ikinci nitelikler oluşturur. Nesneler, kendilerinde bulunan gizli güçle devinime geçerler. Bu güç ise, doğal güç, öznel güç, tinsel güç olmak üzere üç türlüdür. Doğal güç, nesnede doğal biçim ve yerlerle ilgili nitelikleri taşır. Çekim ve ağırlık bu türdendir. Öznel güç, nesneyi devingen ya da durağan duruma getirir. Bunda da, bilinçli ya da bilinçsiz olma özelliği bulunur. Tinsel güç, herhangi bir organın, aracın yardımı olmaksızın doğrudan doğruya bir istençle eylemde bulunmaktadır. Buna, gökkatlarının özleri adı da verilir. İbn Sina'nın geliştirdiği bu güç kuramının kaynağı Aristoteles ve Yeni-Platonculuk'tur. Ancak, o bu güçlerin sonsuz olduğu kanısında değildir. Ona göre, zaman ve devinim kavramları da birbirine bağlıdır, çünkü, devinimin bulunmadığı, algılanmadığı bir yerde zaman da yoktur. İbn Sina'nın felsefesinde, Aristotelesi'in geliştirdiği düşünce dizgesine uygun olarak, ruh kavramının önemli bir yer tuttuğu görülür. Ona göre, biri bitkisel, öteki insanla ilgili olmak üzere, iki türlü ruh vardır. İnsan ruhu, gövdeye gereksinme duymadan, doğrudan doğruya kendini bilir, bu nedenle, tinsel bir tözdür. Gövdeyi devindiren, ona dirilik kazandıran bu tözün başka bir özelliği de, yetkin düşünme yeteneği anlık olmasıdır. Düşünme eylemi yaratan ruhtur, o gövdeyi gerektirmez, ancak gövde var olabilmek için tini gereksinir. İnsan ruhu gövde biçiminde değildir, usa uygun biçimleri kavramaya elverişli bir töz olduğundan, gövdesel yapıda yer alamaz. Gövde, bölünebilen öğelerden oluşmuş bir bütündür, oysa tin, bir birliktir, bölünmeye elverişli değildir, sürekli olarak özünü ve birliğini korur. Tin, bütün izlenimleri gövde aracılığıyla alır, anlık yoluyla kavramları, kavramlara dayanarak usa vurmayı oluşturur. Bu yüzden, gövdeyle dolaylı bir bağlantısı vardır. Ancak, bu bağlantı tin için bir oluş koşulu değildir. Canlı sorununa, gözleme dayalı bir ruhbilim anlayışıyla çözüm arayan İbn Sina'ya göre dirilik bir bileşimdir. Doğal organların, göksel güçler yardımıyla bileşmesinden canlılar ortaya çıkar. Bu olay da, belli aşamalara uygun olarak gerçekleşir. İlk ortaya çıkan canlı bitkidir. Bitkide tohumla üreme, beslenme ve büyüme güçleri vardır. İkinci aşamada ortaya çıkan hayvanda ise, kendi kendine devinme ve algı güçleri bulunur. Devinme gücünden isteme ve öfke doğar. Algı gücü de, iç ve dış algı olmak üzere ikiye ayrılır. İnsan özü doğal evrim sürecinde en üst düzeyde gerçekleşmiş bir oluşumdur, bu nedenle, öteki varlıklardan ayrılır. İnsanda dış algı duyumlarla, iç algı da , beynin ön boşluğunda bulunan ortak duyu ile sağlanır. Duyularla alınan izlenimler bu ortak duyu ile beyne gider. Beynin, ön boşluğunda sonunda, tasarlama yetisi bulunur. Bu yeti duyu izlenimlerini sağlamaya yarar. İnsan için en önemli olan düşünen öz yapıcı ve bilici güçlerle donatılmıştır. Yapıcı güç (us) gerekli ve özel eylemler için gövdeyi uyarır. Bilici güç ise, yapıcı gücü yönlendirir. Özdekten ayrılan tümel biçimlerin izlerini alır. Bu biçimler soyutsa onları kavrar, değilse soyutlayarak kavrar. İnsanda iyiyi kötüden, yararlıyı yararsızdan ayıran yapıcı güçtür, bu nedenle bir istenç niteliğindedir. Us konusunda İbn Sina ayrı bir düşünce ortaya atmıştır. Ona göre us beş türlüdür. Özdeksel us, bütün insanlarda ortak olup, kavramayı, bilmeyi sağlayan bir yetenektir. Bir yeti olarak işlek us, yalın, açık ve seçik olanı bilir, eyleme yöneliktir, durağan bir güç niteliğinde değildir. Eylemsel us, kazanılmış verileri kavrar ve ikinci aşamada bulunan ustan daha üstündür. Kazanılmış us, kendisine verilen ve düşünebilen nesneleri bilir. Aşama bakımından usun olgunluk basamağında bulunur. Bu aşamada usun kavrayabileceği konular kendi özünde de vardır. Kutsal us, usun en yüksek aşamasıdır. Bütün varlık türlerinin özünü, kaynağını, onları oluşturan gücü, başka bir aracıya gereksinme duymadan, bir bütünlük içinde kavrar. İnsan, ayrıntıları duyularla algılar, tümelleri usla kavrar. Tümelleri kavrayan yetkin us, nesneleri anlama yeteneği olan etkin usa olanak sağlar. İnsan usunun algıladığı ayrıntılar, kendi varlıkları dolayısıyla değil, nedenleri yüzünden vardır. Us, bu kavranabilir nesneleri kazanabilmek için ilkin duyu verilerinden yararlanır. Sonra duyu verilerini usun genel kurallarına göre işlemden geçirir, yargıları ortaya koymada onları aşar. Yaratılış konusunda İbn Sina, varlığın sıralı düzeninde, "bir'den bir çıkar" ilkesine dayanır. İlk "bir", zorunlu varlık, Tanrı'dır. O'nun varlığı yalnız kendisini gerektirir. Var olma, Tanrı'nın özünden gelen gerekimdir. İlk neden ilk gerçekliktir. Tanrı'dan ilk us ortaya çıkar. Çokluk bu usla başlar. Bundan da felek ve nefsin usları türer. Her ustan da, o usun özü ve cismi oluşur. Us cismi aracısız olarak devindiremeyeceği için, uslar sırasının sonunda etkin us, akıl bulunur. Ondan da dünya ile ilgili nesnelerin maddesi, cisimlerin biçimleri ve insan özleri doğar. Etkin us, tümünün yöneticisidir. Yaratılış önsüzdür ve yeri de maddedir. Madde, soyut ve tüm varlığın öncesiz olanı, nefsin eylem alanı, sınırı ve tüm parçaların kaynağıdır. İlk us, kendisini ve zorunlu varlığı bilir. Buradan ikilik doğar. İlk us kendinde olanaklı, ilk varlık için ise zorunludur. Her tikel feleğin ilk kımıldatıcısı vardır. İlk kımıldatıcıları eyleme sokan tinsel varlıklardır. Her feleğin de iyiliğini düşünen kımıldatıcı bir nefsi vardır. Nefsin eylemi, etkin usa ulaşır. Evrenin varlığı, zorunlu olan, Tanrı'yı gerektirir. Başka bir varlığın etkisiyle var olan evren sonsuz olamaz. Devinme, nesnenin özünde saklı güçten doğar. Her nesnenin özünde devindirici bir güç vardır. Nesne kendini kendinin etkin öznesi değildir. Bu güç, nesneye biçim de kazandırır. İbn Sina metafiziği genelde Aristoteles metafiziği ile Yeni-Platonculuk ve Kelam'ın bireşimidir. Konusu, ilkler ilki, tüm oluşların, yaratışların, varlık bütününün kaynağı olan Tanrı'dır. Tanrı, bütünlüğü nedeniyle nesnelerde, olay ve eylemlerde görünüş alanına çıkar. Varlık vardır, yok olamaz. Varlık üç bölüme ayrılır: 1- Olanaklı varlık, nesnelerle ilgili değişimin, oluş ve bozulmanın egemen olduğu varlıktır. Bu varlık ortamında görülen ne varsa belli bir süre içinde başlar ve biter. 2- Kendiliğinden olanaklı varlık. Olanaklı olmasına karşın, ilk nedenle ilişkilerinden dolayı zorunluluk kazanır. Tümellerin, yasaların bulunduğu evren. Gökkürelerin usları böyledir. 3- Kendiliğinden zorunlu varlık, ilk neden ya da Tanrı'dır. Değişmez ve çoğalmaz. Çokluklar ondadır. Tanrısal zorunluluk illkesi tüm yaratılanların da temel ilkesidir. İbn Sina'nın benimsediği tanrıbilim dört ana konuyu içerir; Evren, ötedünya, ahiret, peygamberlik, Tanrı. Evren yaratılmıştır. Yaratıcı ve varedici Tanrı'dır. O Kelamcılar'ın dediği gibi özgün yapıcı değildir, zorunludur. İlk neden önsüz ve sonsuzdur. Evrenin yaratılması, Tanrı'nın daha önceden varoluşunu gerektirir. Evrenin bütününde yer alan gök katları tanrısal evrenin varlıklarıdır, bunların özleri meleklerdir. Madde dünyasında oluş ve bozulma vardır. Onların tanrısal niteliği yoktur. Bu yaratma olayı da bir fışkırmadır. Ölüm, tinin gövdeden ayrılmasıdır. Gövdelerden ayrılan tinlerin geldikleri kaynakta toplanmaları insanda ötedünya kavramını oluşturur. Ruh, tinsel bir tözdür, ölümsüzdür. Gövdeye egemendir. Ruh gövdeye girmeden önce etkin usta vardı. İnsana bireyselliğini kazandıran odur. Gövdenin yok olması, ruhun varlığını etkilemez. Dirilme tinseldir. İnsanları yaratan Tanrı, onlara verdiği özgür istençle iyi ile kötüyü seçme olanağı sağladı. İstenç özgürlüğü, usla utku arasındaki çatışmadan ve ilkinin üstünlüğünden doğar. İnsan elinden çıkan bütün bağımsız eylemler tanrısal kayra ile gerçekleşir. Özgür istenç tüm insanlarda vardır. Peygamberler de bu bakımdan birer insandır. Ancak, onlarda insanların en yüceleri olan bilginlerde, bilgilerde olduğu gibi bir seziş vardır. Bu üstün seziş gücü, kavrayış yeteneği peygamberlerin etkin us ile buluşmalarını, gerçekleri kavramalarını sağlar. Bu üstün güç ve kavrayış vahy adını alır. Üstün anlayış gücü taşıyan melekler, vahyi peygamberlere ulaştırırlar. Tanrı, özü gereği bilicidir. Kendi özünü bilmesi yaratmayı gerekli kılar. İbn Sina İslam dinine ve Kuran'a dayanarak bilmeyi yaratma olarak niteler. Yaratma eylemi Tanrı'nın kendi özüne karşı duyduğu sevgiden dolayıdır. Tanrı tümelleri bilir. Tikellerle ilgili bilgisi de, tümel nedensellikleri bilmesindendir. Madde ve biçimin ilişkileri üzerinde bilimleri iç bölümde ele alırlar: 1- Maddeden ayrılmamış biçimlerin bilimi: Doğa bilimleri ya da aşağı bilimler. 2- Maddesinden iyice ayrı biçimlerin bilimi: Metafizik, mantık gibi yüksek bilimler. 3- Maddesinden ancak zihinde ayrılabilen, kimi yerde ayrı kimi yerde bir olan biçimlerin bilimi: Matematik, geometri, orta bilimler. Zihin bu biçimleri doğru olarak maddesinden soyutlar. Felsefe ise, kuramsal ve pratik diye ikiye ayrılır. Kuramsal olan, bilmek yeteneğiyle elde edilen bilgileri kapsar. Doğa felsefesi, matematik felsefesi ve metafizik gibi pratik felsefe, bilmek ve eylemde bulunmak üzere elde edilen bilgilere dayanır. İbn Sina, gerek Doğu gerekse Batı filozoflarını etkiledi. Gazali, özellikle, ruh anlayışında ondan etkilendi. İbn Sina'nın deneyci yanı, Gazali'yi kuşkuculuk'a götürdü. Yapıtları 12.yy'da Latince'ye çevrildi, ünü yayıldı. Tanrıbilimci filozof Albertus Magnus, tin ve us ile güçleri konusunda İbn Sina'dan yararlandı.
-3-

 
 
  Bugün 57 ziyaretçi (104 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol